top of page
Yazarın fotoğrafıEray Beceren

Duygular Neden Önemlidir?

Güncelleme tarihi: 25 May 2022

Tüm büyük keşifler, duyguları, düşüncelerinden önde koşturan kişiler tarafından yapılmıştır. C.H.PARKHURST

Duygular Bulaşıcıdır:

Duygularımız bulaşıcıdır ve etrafımızdakileri de etkisi altına alır. Konu ile ilgili, Çanakkale de yaşayan annemin komşusu Reyhan Eren hanımefendinin ödüllü hikâye kitabından okuduğum “Başka Bir Gün” isimli hikâyenin başlangıç bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum. Reyhan Hanım bir güne başlangıcını şöyle kâğıda dökmüş.


“Oysa çalar saatle akşamdan sözleşmiştik. Ama beni uyandıran başka şey oldu bu sabah. Tutup yatağımdan kaldırıverdi mutluluk. Lavabodaki ayna, terliklerim, gardırobumdaki giysilerim yüzüme gülümsüyor. Çayım türkülü, kahvaltı masam türkülü...


Her güne başlayışımda yaşadığım koşuşturma beni deli etmiyor. Ne akşamdan kalan bulaşıklar, ne sağa sola atılmış kirli çoraplar, ne de uyanmaya nazlanan çocuklarım beni kızdırıyor.


Evdekilerin şaşkın bakışlarını yakalıyorum. Gözleriyle soruyorlar bu farklılığı. Her sabah küçücük zamana sıkıştırmaya çalıştığım kahvaltı, hazırlık, eşimin ve çocuklarımın özel istekleri, aksilikler bugün yüzümü karartamıyor. Bu karmaşadan zevk alıyorum âdeta. Halim bulaşıcı olmalı ki diğer yüzler de gülüyor benimle birlikte.

Herkes çıkıyor, en son ben...


Posta kutusunda akşamdan fark edemediğimiz elektrik faturası gözüme ilişiyor. Neredeyse maaşımın yarısına yakın bir rakam. Kızmıyor, "sanki fabrika çalıştırmışız" diye espri yapıyorum kendime.

Bugün başka bir gün. Güzel şeyler olacak...”


Ne güzel! Ne kadar şiirsel anlatmış duygularını sevgili Reyhan Hanım. Hikâyenin devamında şu oldu bu oldu diye anlatmaya gerek bile yok sanırım. Genel görüşümüzde öyledir ya “güne nasıl başlarsan öyle devam eder” deriz.


Her güne farklı duygular ile başlıyor ve belki de gün içerisinde yaşadığımız gelgitler ile günü farklı bir şekilde sonlandırıyoruz. Baskın kişilik yapımız varsa ve yaşam içerisinde baskın bir konuma sahipsek, duygularımız başkalarına da aynen geçiyor. Açık ofislerde yöneticimizin gergin ve sinirli bir konuşma yaptığına şahit olduğumuzda sessizleşip, durgunlaşıyoruz. Hatta bu gergin ve sinirli konuşmanın etkileri nedeniyle yöneticimizin gergin tavırları devam ediyor ve işlere, ilişkilere yansıyorsa bu içe kapanmamıza, performansımızın düşmesine sebep olabiliyor.


Duygu dünyamız her alanda bizi etkiliyor. Ne yazık ki iş yerlerine girerken duygularımızı kontrol altına alabilmek için bir duygu şalterimiz yok onu kapatarak iş yerine girebileceğimiz. Olsa da kapatmalı mıyız acaba o şalteri? Olumlu ya da olumsuz eğer duygularımızı doğru okuyabiliyor ve kontrol altında tutup, etkin şekilde yönetebiliyorsak ilişkilerimize, verimliliğimize, kararlarımıza olumlu şekilde etkileri çok yüksek olacaktır. Evet evet olumsuz da olsa eğer doğru değerlendirebiliyorsak duygularımız olumlu etki ve gelişim sağlayacaklardır.


Ne yazık ki duygularımızı kontrol altına almak adına kullanabileceğimiz bir duygu şalterimiz yok. Bu sayede iş yerlerimize girerken duygu şalterlerini devre dışı bırakabilirdik. Peki, bu ne kadar doğru? Kapatmalı mıyız o şalteri? Olumlu ya da olumsuz eğer duygularımızı doğru okuyabiliyor, kontrol altında tutabiliyor ve etkin bir şekilde yönetebiliyorsak, ne bir şartele ne de başka bir materyale ihtiyacımız kalmayacaktır. Çünkü ilişkilerimiz, verimliliğimiz ve kararlarımız olumlu sinyalleri bize ulaştıracaktır. Tek yapmamız gereken olumsuz da olsa duyguların doğru değerlendirmesini yapabilmek ve bu sayede onların olumlu etki ve gelişim sağlamasına zemin hazırlamaktır.


GÜLDÜKÇE SEN DÜNYA GÜLÜMSER SANA...


Duygularımızın neden önemli olduğunda konuşmak gerektiğinde en çok mutlu olduğum madde “duygular bulaşıcıdır” demektir. Bu konuda konuşurken ya da anlatırken hep farklı farklı film ve anılardan bahsederdim. Artık bu konuda benim yeni bir anım var.


Trafiğe çıkarken en çok dikkat ettiğim şey, emniyet kemerimi takmaktır. Geçen gün bir iş için uğradığım binadan çıktım arabama bindim ve Şile otoyoluna çıkarken boş bulundum ve kemeri bağlamadım. Yolda ilerlerken trafik polisinin kontrol yaptığını gördüm uzaktan. Yavaşlayarak kemerimi bağladım. Trafik polisi bunu farketmişti ve sağa çekmemi işaret etti. Sağa çekerken camımı açtım ve tüm şirinliğimle :-)) gülümseyerek trafik polisine “memur bey ne güzel kenardan kenardan kemer sıkıntısı olmadan gidiyordum” dedim. Ehliyet ve ruhsatımı kendisine uzattım. Trafik polisi aynı gülümseme ile bana “rahat gitmek güzel olabilir ama emniyet kemeri trafik polisi görünce takılacak bir şey değil, kendi sağlığınızi güvenliğiniz için takmanız gereken bir şeydir” dedi. Ehliyet ve ruhsatımı bana uzatarak “kendinize dikkat edin, iyi günler” dedi ve ben yoluma devam ettim.


Bu konu ile ilgili en sevdiğim bir başka örnek ise Sevgili Mehmet Saracoğlunun önerisi ile izlediğim filmden bir bölüm.


Eric-Emmanuel Schmitt'in 2001 tarihli çok satan ödüllü romanı "Monsieur Ibrahim et les Fleurs du Coran", Fransız yönetmen François Dupeyron tarafından 2003 yılında aynı adla sinemaya da uyarlandı. Senaryoyu da yönetmenle birlikte bizzat yazarın kendisi uyarlayıp yazmıştı. İbrahim Bey ve Kuran'ın Çiçekleri adıyla Türkiye'de de gösterilen filmin baş rollerinde Mısır'lı aktör Ömer Şerif ve genç Fransız oyuncu Pierre Boulanger oynamışlardır. Filmin bir bölümünde Ömer Şerif Genç oyuncu yani Momo’ya şunu söyler:

- Neden hiç gülmüyorsun? Ve konuşma şöyle devam eder.

- Gülmek için para gerek.

- Sence ben zengin miyim?

- Kasan para dolu.

- Ancak stoklara ve kiraya yeter. Geriye ne kalıyor. Çok birşey değil.

- Gülmek zenginlerin işi. Mutluların işi.

- Bence yanılıyorsun. Gülmek mutluluk verir. Dene, dene göreceksin.


Bu konuşmanın sonrasında Momo bir derste sözlüye kalkar ve öğretmenin sorduğu soruyu tam olarak anlayamaz ve sert tavırlı öğretmenine gülümseyerek “Özür dilerim soruyu anlayamadım” der. Öğretmen gülümsemeye karşılık vererek “tekrar başlıyorum” der ve soruyu bir kere daha açıklar.

Gülümseme işe yaramıştır, önce öğretmenine sonra ise tüm sınıfa yayılır.


Evet “duygular bulaşıcıdır ve önemlidir” :))


Bana göre duyguların önemli olmasının diğer nedenleri kısaca şunlar:

* duyguları ifade etme konusunda bir çoğumuz çok ciddi sorunlar yaşıyoruz,

* zaman zaman iş ve özel hayatımızda duyguları göz ardı ettiğimiz anlar oluyor,

* duygular öğrenmeyi etkiliyor,

* duygular ilişkileri etkiliyor,

* duygular davranışlarımızı etkiliyor,

* duygular kararlarımızı etkiliyor.


Duyguları ifade etme konusunda sorunlarımız var:

Birçoğumuzun duyguları ifade etme konusunda çok ciddi sorunları vardır. Bu sorunlar, büyük ölçüde yaşadığımız ortam, aile büyüklerimiz ve öğretmenlerimizin tavırları dolayısıyla oluşmaktadır. Çocukluk dönemimizde engellenen ve bastırılan duygular ilerleyen yıllarda, sevdiği kişiye sevgisini ifade edememe, söyleyememe boyutuna varıncaya kadar sorunlarla karşımıza çıkıyor. Bazı duyguların dışa vurum şekilleri cinsiyetlere göre kısıtlanmıştır. Halk arasında “Karı gibi gülme, erkek adam ağlar mı?” gibi benzetmeler kullanılır.

Zaman zaman karşımızdakilerin duygularını göz ardı ediyoruz:

İlişkilerde kendi duygularımız kadar karşımızdaki kişilerin duyguları da önemlidir. Stephen Covey’in dediği gibi “önce anlamaya çalış, sonra anlaşılmaya”. Buna rağmen iş ve özel hayatımızda kimi zaman yanımızda çalışanların, kimi zaman ise aile bireylerinin duygularını yok sayıyor ya da gereken değeri vermiyoruz. İzleyenler hatırlayacaklardır; Ölü Ozanlar Derneği (Dead Poets Society) filminin bir sahnesinde, kendinden izin almadan okul tiyatrosunda oynayan oğlu ile eşinin önünde konuşan baba oğlunun okulu ve geleceği ile ilgili kararlarını açıklamaktadır. Delikanlı bazı konularda fikrini söylemek istediğinde babası tarafında ya dinlenmemekte ya da “kes sesini” diye cevaplanmaktadır. Konuşmanın bir bölümünde delikanlı “içimdeki duyguları açıklamak zorundayım” der. Tam da bu anda anne oğluna “lütfen babana karşılık verme” diyerek ayağa kalkar, baba ise hafifçe oğlunun üzerine yürüyerek, elini kaldırır ve sert bir tonda “pekâlâ ne hissettiğini söyle” diye çıkışır, arkasından “evet ne var?” diye sözüne devam eder. Bu durumda delikanlı umutsuzca boynunu bükerek, bir annesine bir babasına bakar ve omuzlarını yukarıya kaldırarak, tüm masumiyeti ile “hiçbir şey” der. Bu olayın gecesinde kendini değersiz ve önemsenmeyen bir birey olarak hisseden delikanlı maalesef hayatına son verir.

Bir seminerim esnasında katılımcılardan birinin anlattığı olayı duyduğumda kulaklarıma inanamadım. Bir banka şubesinde çalışan kadın katılımcı bir gün mesai esnasında babasının kalp krizi geçirdiğini haber alır. Hemen müdürüne giderek durumu anlatır ve izin ister. Müdür “Baban ölmüş mü?” diye sorar. “Hayır” cevabını alan müdür “O zaman akşam gidersin” diyerek, izin isteğini reddeder.


Görüldüğü gibi karşımızdaki kişilerin duygularını göz ardı etmek bazen çok kötü anlar yaşamamıza ya da yaşatmamıza neden olabiliyor. Bir özel okulda anne-babalara yönelik olarak verdiğim seminerde “Ölü Ozanlar Derneği”ndeki bu sahneyi örnek vermiştim, seminer sonrası bir hanımefendi “verdiğiniz örnek biraz ağır olmadı mı?” diye sordu. Cevabı sizlere bırakıyorum.


Duygular öğrenmeyi etkiler:

İnsanoğlu yaşam boyu sürekli bilgi bombardımanına tutuluyor. Zorunlu olarak öğrenilmesi gereken hususlar dışında genellikle öğrenilen, kişiyi mutlu eden, heyecan uyandıran, sevdiği birinin anlattığı konulardır. Benim kuşağım öğretmenler konusunda çok şanslı. İlkokul öğretmenlerimden kitaplarda öğrenilmesi gereken bilgilerin dışında şeyler öğrendim. Bana öğrenmeyi sevdirdiler. Sevdiklerimin arasında birinci sırayı matematik aldı. Ortaokuldaki matematik öğretmenlerimin isimleri hala aklımdadır.; Sadettin Bey, Cevat Can, Hüseyin Düzgün. Lise dönemindeki Matematik öğretmenlerim ise Atilla Gençelli ve Beşir Yücesoy. Matematik öğretmenlerimin yaptığı yazılı, sözlü ve ödevlerden aldığım notlar sekiz ve üzeriydi. Her birinin gözde öğrencilerindendim. Konuyu sevmemin yanında, kendilerini de sevdim ve saydım. Kara Harp Okulu birinci sınıftaki matematik öğretmenimin ise ismini maalesef hatırlayamıyorum. Matematik sevgim o kişinin sayesinde yok olmuştu. Hayatımda ilk kez matematik dersinden bütünlemeye kalmıştım. Sanırım başarımdaki bu düşüşü açıklamak için daha fazla söze gerek yok.


Konuya başka yönden bakacak olursak, geriye bakıp düşündüğünüzde önceden öğrendiklerinizi, muhtemelen size engel olup yavaşlatanlardan birinin de korku olduğunu fark edersiniz. Ben kendi adıma bununla ilgili kesin örnekler hatırlayabiliyorum.


Eğer bir çocuğun kayak yapmayı öğrenmesini izlerseniz, korkunun sizi nasıl yavaşlattığı örneğinin kanıtı olduğunu anlarsınız. Bir çocuk ne başarıdan, ne başarısızlıktan, ne de yere düşmekten korkar. Yeni durumlarla karşılaşmak bir çocuğun her gün yüzleştiği bir şeydir ve bundan sonra karşılaşacakları da sürekli yeni yüzleşmeler olacaktır. Kayak yapmayı öğrenirken sürekli yere düşerler ve bir lastik top gibi yuvarlanırlar. Bunu bir eğlence olarak görürler. Büyüklerde durum çok farklıdır. Birçoğu, çocuğun tam aksine yere düşmekten, mahcup olmaktan ve hatta rezil olmaktan korkar. Aslında korkulan başarısız olma duygusudur.


Duygular ilişkilerimizi ve davranışlarımızı etkiler:

Bir kişi ya da grup ile ilgili duygularımız, onlarla olan ilişkilerimizi ve onlara karşı olan davranışlarımızı etkiler. Sevdiğimiz kişiyle olan ilişkilerimiz ve davranışlarımız, sevmediğimiz kişiyle olanlardan çok farklıdır.


Duygularımız hayatta kalmamızı sağlar:

Doğa, duygularımızı milyonlarca yıl boyunca geliştirmiştir. Duygularımız, doğal insan ihtiyaçlarımız karşılanmadığı zaman bizi ikaz ediyor. Örnek olarak, yalnız hissettiğimiz zaman, başka kişilerle iletişim ihtiyacımızı hissediyoruz. Kaygılı olduğumuz zaman güvende olmak istiyoruz. Reddedildiğimizi hissettiğimiz zaman kabul edilme duygumuz baskın çıkıyor. Sonuç olarak duygularımız bize mükemmel ve sofistike bir iç rehberlik sistemi olarak hizmet ediyor.


Duygularımız kararlarımızı etkiler:

Duygularımız değerli bir bilgi kaynağıdır ve karar vermemize yardımcı olur. Araştırmalar, sadece aklıyla karar verenlerin aslında en basit kararlarda bile nasıl zorlandıklarını gösteriyor, çünkü duygularla karar vermenin nasıl bir şey olduğu bilinmiyor.

Duygular ve karar verme deyince aklıma dinlediğim bir gurunun verdiği örnek geliyor; Marka gurusu Martin Lindstorm 10 Kasım 2005 tarihinde PDR Conferences’ ın davetlisi olarak bir konferans vermek üzere İstanbul'a geldi. Bu konferans, 29 ülkede verdiği Brand Sense konferans dizisi kapsamındaydı. Konferans esnasında katılımcılarla markalaşma ve pazarlamada beş duyunun ne kadar önemli bir rol oynadığını örneklerle paylaştı. Martin Lindstorm bu çalışmalarını 600'den fazla araştırmacı ekibi ile iki yıldan fazla süren bir zamanda yapmıştır. Bu araştırmalarından birini sizinle paylaşmak istiyorum.

Bu araştırmada birbirinin aynısı olan iki ayrı odaya birbirinin aynı iki çift aynı marka koşu ayakkabısı konuldu. Odalardan birine karışık çiçek kokusu sıkıldı, diğer odaya sıkılmadı. Araştırmaya katılanlardan, iki odadaki ayakkabıları inceledikten sonra bir anket formu doldurmaları istendi. Formda hangi ayakkabıyı tercih edecekleri ve hangisinin diğerinden ne kadar daha pahalı olabileceği soruldu. Tüketicilerin çoğu (yüzde 84'ü) koku sıkılan odadaki ayakkabıyı tercih etti. Ek olarak, tüketiciler "ko­ku sıkılan" odadaki ayakkabının fiyatının diğer odadaki ayakkabıdan ortala­ma 10 dolar daha pahalı olduğu tahmininde bulundular.


Lindstorm bu araştırma sonuçlarını duyular ve marka ilişkisi ile bağdaştırmaktadır. Alınan duyular bizim duygularımızı etkiliyor ve dolayısıyla bu duygu durumuna uygun olarak tercihimizi yapıyor ve kararımızı veriyoruz.


Duygularımız engeller koyabilmemizi sağlar:

Bir kişinin davranışları hakkında iyi şeyler düşünmediğimiz zaman, duygularımız bizi harekete geçirir. Duygularımıza güvenmeyi öğrenirsek ve kendimizi ifade ederken kendimize güvenirsek, karşımızdaki insana, davranışını beğenmediğimizi ve bu duygunun farkında olduğumuzu gösteririz. Bu durum, fiziksel ve zihinsel sağlığımızı koruyacak gerekli önlemleri almamıza yarar.


Duygularımız iletişim kurmamıza yardımcı olur:

Duygularımız başkalarıyla iletişim kurabilmemize de yardımcı olur. Örneğin, yüz ifademiz duygularımızın çoğunu ifade etmemize yardımcı olur. Karşımızdakilere üzgün ve bitkin bakıyorsak, onların yardımını talep ettiğimizin sinyalini veririz. Eğer güzel konuşuyorsak duygularımızın çoğunu doğru ve iyi bir biçimde yansıtabiliriz. Başkalarının duygusal problemlerini dikkatlice dinlersek; onları anladığımızın, sorunlarını önemli bulduğumuzun ve bu sorunlarla ilgileneceğimizin de sinyalini vermiş oluruz.


Duygularımızın birleştirici yönü vardır:

Duygularımız belki de bütün insan âleminin potansiyel olarak en büyük birlik kaynağıdır. Açık olarak söyleyebiliriz ki, değişik dinler, kültürler ve politik inançlar insanları bölebiliyorlar. Diğer taraftan ise duygularımız evrenseldir. Charles Darwin, az bilinen bir kitabında yıllar önce bundan bahsetmiştir: “İnsanlarda ve Hayvanlarda Duygunun İfadesi.” Empati, işbirliği ve bağışlama gibi duygular, insanoğlunu birleştirmeye yönelik potansiyeldir. Kısaca şöyle de diyebiliriz: İnançlar bizi böler, duygular bizi bağlar.

Etiketler:

349 görüntüleme0 yorum

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page