Photo by Pixabay on Pexels.com
Ayça Mumkule
Aslında bu kadar kolaydır. Duyguların kendisi olmadığımızı kendimize söyleyerek duygu yönetimi ile ilgili çok büyük bir adım atmış oluruz. Çünkü bir kez bunu kendine söyleyebilen biri, mücadele etmesi gereken şeyin kendisi olmadığını fark edecektir. Böylece amygdala durdurmayacak, ön beyin rahatlıkla hizmetimize girecektir. Aslında duygu ile mücadele etmek de haksızlıktır. Bir duygu var olduysa mutlaka bir mesajı bulunmaktadır. Duygu ile mücadele edilmez, duygunun negatif etkisi ile mücadele edilir, içinde barındırdığı bilgi fark edilir ve duygu dönüştürülür.
Bunu başarabilmek için, duygunun varoluşsal değil, fizyolojik bir süreç olduğunu bilmek bize son derece yardımcı olacaktır. Örnek olarak enerjisi yüksek olan bir duyguyu ele alalım; öfke…
Öfke, gelirken kendini belli eden ve tam da bu noktada başarıyla yönetilebilecek bir duygudur. Eğer gelişini fark etmemize rağmen bu konuda bir şey yapmazsak, öfkenin zihnimizi ve bedenimizi neredeyse tamamen ele geçirmesine yardım ve yataklık etmiş oluruz. Öfkeyi bu aşamada da yönetebilmek mümkün olsa da, bu riske girmeye değer mi bilemiyorum. Çünkü öfke ile alınan aksiyonların sonucu genellikle başka yıkıcı duygulara kucak açar. Bunlardan en sık rastlananı pişmanlıktır. Bu sebeple, öfkenin geldiğini hissettiğimiz anda önce kendimize 3 kez bu duygunun ismini söylememiz önerilir. Öfke öfke öfke ! Bu metot özfarkındalık ve özdenetim bileşenlerinin harekete geçmesine hizmet eder ve aynı zamanda bize, duygu yönetimi için korteksin ihtiyaç duyduğu 6 sn.’yi kazandırır. Daha sonra da dilimizi değiştirmemiz gerekir. “Öfkeliyim” ifadesi öfkeyi varoluşsal tarafa taşır. Bu ifade biçimi duyguyu tıpkı kadınım, erkeğim, anneyim, babayım gibi bir kimlik hâline getirmektedir (gerçi bunların da kimlik olup olmadığını tartışmak gerekir). Kimliğimiz hâline getirdiğimiz bir duygu ile mücadeleye kalkışmak her şeyden önce beynimizin bizi her anlamda korumakla görevli beyin bölgelerimizin savunmaya geçmesine sebep olur. Kendimizi bir anda yıkıcı duygumuzu ve bu yıkıcı duygudan doğan aksiyonlarımızı rasyonelleştirmeye çalışırken buluruz. Dolayısıyla kendimizin ve karşımızdakilerin hayrına bir aksiyonda bulunmamız imkansızlaşır. O halde kendimizi öfke ile dolup taşmak hâli içinde bulunduğumuzda söylemimiz şu şekilde olmalıdır; “öfke hissediyorum” … Herhangi bir şeyin bizzat kendisi olmadığımızı onu sadece hissettiğinizi kendimize söylemek, bu can sıkıcı duyguyu zihnimizin içinde objektif olarak ameliyat etmemizi sağlar. İşte tam da bu noktada söz konusu duyguyu yönetmek için bir şansımız olur.
Chade-Meng Tan’ın bu konuda verdiği örnek şahanedir; ya duygunun kendisi olup Hulk’a dönüş ya da o duyguyu sadece hissettiğini kendine anlat ve dönüşümü durdur.
O zaman ne yapıyoruz? Dilimizi değiştiriyoruz… Öfkeliyim değil, öfke hissediyorum. Üzgünüm değil, üzüntü hissediyorum… Hatta suçluyum değil, suçluluk hissediyorum… Öyle ya, suçluluk hissetmek bizi gerçekten suçlu kılmaz… Tabi bunu kendimize anlatmayı başarıp bilişsel bir çarpıtmadan kurtulabilirsek…
Comments